1995 yılında İstanbul Siyasal’ın Tarık Zafer Tunaya anfisindeki  açılış  dersimizde rahmetli Prof. Dr. Aydın Aybay derse bu latince cümle ile başlamıştı : Ubi societas ibi jus. Yani nerede bir toplum varsa orada bir hukuk vardır. Birer kamu yöneticisi adayı olan bir çoğumuz hayattan bihaber aklı havada gençlerdik ve muhtemelen diğerleriyle birlikte bana da bu söz fazla klişe gelmişti. Yıllar sonra mezun olup iş hayatına karışıp yönetişim süreçlerine dahil olunca, ve hatta yönetici olup insan yönetmeye başlayınca Siyasal’ın bu ilk dersini çok daha iyi anlamış oldum. Nerede toplum varsa orada bir hukuk vardır, bir yerde hukuk yoksa orada toplum çözülmeye başlamıştır.  İlk zamanlar toplum deyince aklımıza  geniş anlamıyla devlet organizasyonuna bağlı insan topluluğu gelirdi ancak zamanla bu ifadenin en küçük insan topluluklarını  bile kapsadığını gördüm. Societas aile, arkadaş grubu, cemiyet, cemaat, dernek, vakıf ve bizi ilgilendiren tarafıyla her türlü iş organizasyonlarıydı.  İnsan topluluklarının özelliği en küçük biriminde dahi insan davranışlarını düzenleyen kuralların olmasıdır. Bu kurallar yazılı olmadığı yerde örfidir ancak her durumda mevcuttur. İnsan toplulukları kuralsız ve hukuksuz var olamaz. Çünkü insanlar belirli davranış normları ve işleyiş kurallarına tabi olarak sosyal ilişkilerini geliştirecek bir güven ortamı tesis etmeye ihtiyaç duyarlar. Bunu yaparak enerjilerini topluluk olarak problemlerin üstesinden gelmekte kullanabilirler, bunu yapamazlarsa kendi içlerinde çelişir, çatışır ve dışarıya karşı güçlerini yitirirler.

Aslında ifadenin tamamı şöyledir : Ubi homo, ibi societas, ubi societas ibi jus . Yani nerede bir insan varsa orada bir toplum vardır, nerede bir toplum varsa orada hukuk vardır.

Bütün toplumlarda bu kurallara uymayan kişiler ya cezalandırılır ya da toplumdan dışlanır. Bazı durumlarda yeni bir lider eski kuralları güç kullanarak ilga eder ve yeni kurallar koyar. Ancak kural koymak ve o kurallara uymak eski kuralları ortadan kaldırsa da  liderliğin gereğidir. Ülkelerin fetih yoluyla el değiştirmesi ya da devlet içindeki iktidar değişikliklerinde olan biten budur. Yeni lider eski kuralları çiğneyip yeni kural koymuyorsa o bir gasıp ve bir tirandır, toplum olmanın gereği olarak ihtiyaç duyulan düzeni değil toplum olmanın karşıt durumu olan kaosun bir temsilcisidir. Bu durumda toplum ya yok olur ya da alternatif bir düzen yaratarak kaosu kozmosa çevirir ve tiranı alt eder.

Bir topluluk içinde var olan insanların uymaları beklenen kurallar, göstermeleri beklenen davranışlar, benzer çıkarımlar yapmalarını sağlayan akıl yürütme biçimleri, benzer olaylara gösterecekleri benzer duygusal tepkiler  vardır. Bir insan bir toplum içinde yaşadığı halde bu özellikleri göstermiyorsa ya toplum onu cezalandırır, ya dışlar ya da yok eder. Dede Korkut Destanlarında  Oba’nın kurallarını hiçe sayan Tepegöz’ün sürülmesi ve sonra öldürülmesi böyle bir cezalandırmadır. Tüm kültürlerdeki halk hikayelerinde kendini yineleyen dev ve ejderha masalları yahut yeni bir düzeni müjdeleyen kahraman tarafından ortadan kaldırılan canavar ve ardından kurulan krallık hikayeleri, insan doğasına özgü bu yasanın mitik yansımalarıdır. Benzer şekilde erken Hint Avrupa topluluklarında  kontrolsüz ergen gençlerin ana topluluğun dışında bir süre kendi vahşi ve sert kurallarıyla baş başa bırakıldığı bir dönemden sonra geçiş ritüelleriyle ergin ve aklı başında bireyler olarak ana topluluğa kabul edilmesi benzer bir süreçtir.

Toplum  tip, davranış, akıl ve duygu olarak kendisine benzemeyen tutumları  “bestial” olarak nitelendirir. İngilizcedeki beast kelimesi hayvanı değil,  insan ya da normal  rutiniyle hayvan olamayan her şeyi tanımlar. Fransızca’da La bete Almanca’da Das Untier kelimeleri bu anomalileri ifade eden benzer sözcüklerdir. Almanca’da Das Tier  normal bir hayvanı nitelerken Untier canavarı yani hayvan ya da insan olmayanı (olamayanı)  niteler.  Untier dünyanın düzenine ve o düzenin bir parçası olan toplumsal düzen için bir tehdittir ve ortadan kaldırılması gerekir Untier, Ubi societas ibi jus kavramı için bir kara delik bir kanserdir çünkü onun doğası hukuksuzluk ve düzensizliktir. Onda kurallara uymamak, uyamamak içkin bir doğadır . Bu nedenle ya kuralları işlemez hale getirerek toplumu yok edecek ya da kurallarını koruyup sürdüren toplum tarafından yok edilecektir. Untier ortaya çıkmadan önce Ubi societas ibi ius ilkesinin var ettiği toplum, Untier’den sonra da bu ilke ile varlığını ve düzenini devam ettirir.

Devletten sonra insan topluluklarının geliştirdiği en karmaşık organizasyonlar olan modern kapitalist şirket örgütlenmelerinde de bir “topluluk” olmanın sonucu olarak yazılı ya da sözlü , kurumsallık dediğimiz uygulamanın bütünü olan  ortak kural, bunların tespiti ve uygulaması  “ execution”-icra-  ilminin en önemli meselesini oluşturur.

Denilebilir ki tüm yönetim teorileri, insan kaynakları, örgütsel psikoloji, işletme yönetimi, yönetim ve organizasyon çalışmalarının mevzusunu bir societas olan işletmelerdeki jus ve onun toplumun sürekliliğini sağlayacak şekilde uygulanması oluşturur.  

Modern kapitalizmde işletmelerin en önemli fonksiyonu yönetimdir. İnsan yönetmek işletmenin tüm çıktılarını etkileyen bir fonksiyon olduğu için modern bir işletmede kardan en büyük payı yöneticiler alır. Dünyanın her yerinde tepe yöneticilerin ücretlerinin bu denli yüksek olmasının nedeni budur. Çünkü yönetim en önemli fonksiyondur ve iyi yöneticiler az bulunur. Yöneticiden beklenen kurumu başarıya kavuşturmadan önce onu bir “insan topluluğu “ olarak bir arada tutabilme ve yaşatabilme becerisidir. Çünkü ortada bir topluluk kalmazsa başarı kazanacak ekipte birey de kalmaz. Bu becerinin göstergesi yöneticinin

  • 1- Kural koyabilmesi ve düzen yaratması
  • 2- Koyduğu Kurallara uyabilmesi ve diğer kişilerin uymasını sağlaması
  • 3- Kurallarla topluluğu bir düzen ve uyum içinde idare edebilme yeteneğidir.

Bir yönetici bunları yapabildiği zaman güçlüdür, bunları yapamıyorsa başarısızdır, bunların aksine hareket ediyorsa sistem için bir Untier, bir Bête durumuna gerilemiştir ve varlığı sistemin varlığı ile çelişir. O artık Ubi societas ibi jus ilkesinin bir anti tezidir. Ya o topluluğu yok edecek ya  topluluk onu etkisizleştirecektir.

Bir toplum üyesinin kurallara uymamasının belirli nedenleri vardır . Bunlardan ilki kurallara uymadığı zaman kendisine bir yaptırım olmayacağını düşünüyordur yani kendini kuralların üzerinde görüyordur. Diğer neden kuralların bazı kişilere uygulanmadığını düşündüğü için bir tepki olarak kurallara karşı geliyordur, bir diğer neden kurallara uyamayacak kadar tepkiseldir, öfkelerini, arzularını, isteklerini, tepkilerini yönetemeyecek konumdadır ve bu nedenle kurallarla çatışıyordur, son olarak da kuralları yıkıp yeni kurallar koyulması gerektiğini düşünen bir profildir ve bu riski göze almıştır.

Kurumlar kendini kuralların üzerinde gören kişileri  disiplin mekanizmalarıyla kontrol ederler. Edemezlerse bu davranış yaygınlaşır ve topluluğun çözülmesine yol açar. Başkalarına kurallar uygulanmadığı için kurallara uymayan kişileri kontrol etmek genel bir düzen sağlamakla mümkündür, burada sistem gücünün yettiğine kuralları uygulatırsa sistemin çözülmesi hızlanır. Kurallara uyamayacak doğaya sahip olanların sistemden temizlenmesi gerekir, Aslında bu kişilerin sisteme girişleri en başta engellenir. Modern işletmelerde IK bu işin bekçisidir ama bir kere böyle bir durum oluşmuşsa sistem bunu disiplin mekanizmalarıyla bünyesinden dışarı atmak zorundadır ki  varlığını sürdürebilsin. Son olarak kuralları değiştirecek kişi doğal bir lider olarak ortaya çıkar. Ya başarılı olur sistemin başına geçer ya da sistemin dışına atılır.

Yöneticiler açısından bakıldığından kurallara uymamanın benzer nedenleri vardır. Ancak diğerlerinden farklı olarak onlar kural koyma ve onları değiştirme yetkisine sahiptirler.  Kendinizi kuralların üzerinde görüyorsanız kişisel güç odaklı bir yöneticisiniz, hiçbir sistem ve toplum en başında belirttiğimiz ilke gereğince kuralsız değildir. O nedenle böyle bir algınız varsa böyle olmadığını anlamanız uzun sürmez. Kuralları hiçe sayarak kimseyi yönetemeyeceğiniz gibi kimsenin de rızasını-saygısını- kazanamazsınız. Kuralları keyfi uyguluyorsanız kurumsal adalete zarar verir ve çalışanların huzurunu kaçırarak motivasyon ve bağlılıklarını düşürürsünüz. Böylece onları yöneterek hedeflerinize ulaşmak konusunda başarısız olursunuz.  Kendi koyduğunuz kurallara uymak konusunda hırs, menfaat, öfke, korku gibi gerekçelerle başarısız oluyorsanız bu ciddi bir problemdir. Bir yönetici olarak topluluğun varlık nedeni olan düzen ve adaleti sürdüremez ve onun yok olmasına sebep olursunuz, yani kurumun sürdürülebilirliğine zarar vererek onun  hedeflerine ulaşmasını engellersiniz.

Modern işletmelerde kural koymak ve kuralları uygulamak üzerinde ayrı bir bahis gerektirecek karmaşık ve hassas bir süreçtir ama yeryüzünde insan var olduğundan beri kural değişmez “ Ubi societas ibi jus, yani nerede bir toplum varsa orada bir hukuk vardır”.  Roma hukukunun bu anıtsal dersi bütün yönetim felsefesinin başlangıcı ve sonudur.