İş dünyasında havada uçuşan kavramlar arasında imaj, prezentabilite gibi sözcükler bu dünyaya kıyısından köşesinden adım atan ve oyunun biraz farkında olan her yeni başlayanın diline dolanır bir süre sonra. Aslında bu furya cv hazırlama teknikleriyle başlayan bir hikayedir. Herkes CV. İçine değil sunuşuna odaklanmıştır. Koca koca adamlar bu konuda konuşur ve gençlere sihirli formüller sunarlar. Bunun bir sonraki adımı ise mülakat teknikleridir. Kapıdan girmekten, el sıkışmaya kadar bir çok şablon vardır. Hikayenin özü basittir. Olduğundan fazla göstermek. Yaygın inanca göre olduğundan fazla görünürsen parsayı toplarsın. Mülakat aşamasından sonra prezentabilite imaj ve stile dönüşür. Bunun için bir çok marka, bir çok tüketim biçimi, bir çok jargon vardır. Sosyal medyanın ve akıllı telefonların hayatımızın ayrılmaz bir parçası olmasından sonra ise imaj ve stil oluşturma işi başlı başına bir uğraş bir uzmanlık haline gelmiştir. Herkes Bourdieu’nun bahsettiği gibi bir habitus ( yani toplumsal çevre aidiyeti) göstergesi, statü, ayrıcalık ve farklılık gösterecek tüketim biçimlerinin peşinde koşarlar. Ancak burada birinci kaygı tüketmekten ziyade göstermektir, Bourdieu’nun bir kavramı olan sembolik temellük maddi temellükten ağır basar.  Aslında olay şöyle başlar: ait olmak istediğimiz sınıfların statü sembollerini kullanmakla başlarız. Bir kere o sınıflara inisiye olduk mu artık onlar içinde de farklı olmak için kendi imaj ve stilimizi göstermeye çabalarız. Aslında tarih boyunca her sınıftan insan statü sembollerine sahip olmuş ve bunları göstermiştir. Ancak o dönemin şimdikinden farkı şudur. Sağlıklı insan topluluklarında olma göstermeyi önceler. Yani bir şey iseniz , o şekilde görünürsünüz. Yani önce olursunuz sonra doğal olarak o şekilde görünürsünüz. Ancak günümüzde mevzu tersine çevrilmiştir. Kimse olmak peşinde değildir. Herkesin derdi görünmek ve göstermektir. Bu bir bakıma tüketim ekonomisinin sosyal ayağı ile ve reklam endüstrisinin insanlar üzerindeki korkunç ağırlığı ile ilgiliyken, diğer yandan NYT yazarı Paul Krugman’ın ifadesiyle günümüz ekonomisinin evrildiği “celebrity economy” nosyonuyla da ilgisi vardır. Olmanın yerini göstermenin almasının psikolojik ve nevrotik sonuçları bu yazının boyutunu aşar ancak göstermek kaygısıyla yaşayan insanlar özel hayatlarından iş ilişkilerine kadar “yüzsüz (faceless)” ilişkiler geliştirirler. Bu ilişkilerin gerçekten yüzü yoktur çünkü aslında görüntülerden ibaret sanal bir kurgudur.

İnsanların sanala gerçekten, göstermeye olmaktan daha çok değer verdiklerinde bunun bir yerde çökmesi kaçınılmazdır. Bunun nedeni  göstermenin sanal olmasına karşı  insanın ve ekonominin reel olmasından kaynaklanır.

Reel ekonominin sanal bir şekilde şişmesinin neticelerini  2000 ve 2008 krizlerinde dünya sarsıcı bir şekilde yaşadı, insanın sanal bir şekilde şişmesinin neticelerini işyerlerinde artan psikolojik rahatsızlıklardan, yükselen boşanma oranlarından, yalnızlaşan ve yetersizleşen bireylerden medya yoluyla her gün takip ediyoruz. Bu mesele de uzun zamandır uzmanları tarafından ele alınan başlı başına bir araştırma konusudur. Sanallığın iş hayatına yansıması  biraz daha farklıdır. Olmak değil görünmek  iş hayatının tuzu biberi olan teatralite yeteneğinin ötesinde bir aldatmaya, bir sahtekarlığa dönüşür. Beyaz Yalaka kitabında Mogan bu durumu  “kariyer yapmak en iyi olmak sanatı değil en iyi gibi görünmek sanatıdır.” diyerek ifade eder. Göstermenin temel hedefi karşımızdakini bizi görünmek istediğimiz şekilde kabul etmeye ikna etmektir. Rol yapmak, yalan söylemek, tutamayacağı sözler vermek, sözünün ve tezinin arkasında durmayarak amiyane tabirle “kıvırmak”,  dedikodu ve entrika  bunun iş dünyasında yansıyan biçimleridir.

Aslında olmadığımız kişi gibi göründüğümüz zaman, yani bize ait olmayan sıfatları üstlendiğimiz zaman bize ait olmayan maddi şeyleri de elde etmeye giden kapıyı zihinsel olarak aralamışız demektir. Yani gayrı maddi hırsızlığın maddi hırsızlığa dönüşmesi bir zaman ve imkan meselesidir. ( tüm kurumsal yapılar bu imkanları ortadan kaldırmaya uğraşan kurgulardır.)

Yaygınlaşan, yaygınlaştıkça normalleşen bu sanal varoluşların iş hayatının temel doğasıyla çelişkisi şurada başlar : insan sosyal bir varlıktır, yaşama tutunması yüksek sosyal becerileri sayesinde olmuştur. İnsanlar arası sosyal ilişkilerin temeli güvendir. Aile güven üzerine kuruludur, arkadaşlık güven üzerine kuruludur, toplum güven üzerine kuruludur, ailenin ileri bir türevi olan devlet de  birey ile toplumsal rızanın yansıması olan devlet aygıtı arasındaki güven ilişkisi üzerine kuruludur.  İş hayatı da insanın yarattığı en kompleks sosyal ekosistemdir ve o da güven üzerine kuruludur. Müşteriler ve satıcılar, işveren ve işçi arasındaki uzun vadeli ilişkilerin temeli güvendir. Aslında olmanın görünmeyi öncelediği sağlıklı toplumsal yapılarda görünüm güven ilişkisinin kurulmasında önemli bir role sahiptir, semboller ile karşı tarafa sağlam mesajlar verilir ve ilişkiler görsel mesajlarla daha sonrasında sözlü ve yazılı mesajların üzerine kurulur. Ancak görünümün olmanın yerini aldığında ilişki belirsiz bir zemine oturmuş olur. Olanın görünen gibi olmadığı anlaşıldığında ise güven ilişkisi çöker. Güven ilişkisi çöktüğünde sosyal ilişkiler sarsılır. Çatışma, çekişme ve sürtüşme uyum ve işbirliğinin yerini alır.

Kısa vadede görünümün olmanın, imajın asılın, karizmanın karakterin yerini aldığı iş dünyasında uzun dönemli tüm bireysel ve kurumsal başarıların ardında  güvenilirlik vardır. Yani kurumsal açıdan tutarlılık, bireysel açıdan ise karakter. Uzun vadeli ilişkiler üzerine kurulması gereken başarılı profesyonel işbirliklerinde en az sizin kadar zeki olan karşınızdaki insanı görüntüyle ne kadar süre aldatabilirsiniz ?

Zaten insanlar artık güvenmeyi bıraktı, herkes bir tedirginlik ve temkinlilik halinde hareket etmeye çalışıyor, ancak doğamız gereği görüntülerden etkileniyor ve bunun sonucu hayal kırıklıkları ve düşmanlıklar yaşıyoruz. Uçuşkanlığın, değişimin ve akışın çağında bireysel ve toplumsal hayatımızda her geçen günden daha fazla “güven” adacıkları arıyoruz. Çünkü görünümün oluşun yerini aldığı bu dönemde her şey göründüğü gibi olmama riskini barındırıyor. Elbette insanlar ve kurumlar için bu “güvensizliğin” psikolojik ve finansal ağır maliyetleri söz konusu. Bunlarla yaşamaya alışmış durumdayız ama bu hem varlığımızı tehdit ediyor hem de hayat kalitemizi düşürüyor. Hayatında uzun vadeli başarıyı hedefleyen her iş profesyonelinin bu sanal kısırdöngüyü kırarak olmayı göstermenin önüne koyması gerekiyor. Bu tam da  yüzsüzlüğün ( facelesness) karakter ile değiştirilmesi anlamına geliyor. Karakter bir oluştur. Kendimizde olmaktır. Olduğumuz gibi görünmektir. Söz verince tutmak, söylediğini yapmak, başkalarından önce kendine karşı dürüst olmak ve kendinde olmaktır.

Karakter sahip olduğumuz maddi ve manevi özelliklerin yanılmaz bir toplamıdır.. Hayatta payımıza düşeni ve hakettiğimizi o belirler. Uzun dönemde ona uygun olmayan tüm başarılar başarısızlığa dönüşür, tüm rütbeler geri alınır, tüm alkışların yerini hakaretler alır. Kısa vadede ise o takdir görmese de engelleri aşacak ve hak ettiği değere ulaşacaktır.

Başarılı olmak isteyen görünüm ve imaja değil karakterini geliştirecek şeylere yatırım yapmalıdır. Öğrenmek, gelişmek, ruhu ve bedeni üzerinde daha fazla hakimiyet kazanmak, kısacası sosyal, entelektüel, fiziksel ve psikolojik sermayesini samimiyetle artırmaya çalışmak karakter yolunun prensibidir. Samuel Smiles’ın tabiri ile “karakter bir  varlıktır ve varlıkların da en soylusudur” Smiles onun unsurları olarak çalışmayı, cesareti, vazife ahlakını, ölçülü olmayı kendine hakim olmayı, tecrübe ve disiplinle güvenilir aile ve arkadaşlık ilişkilerini saymıştır. Karakter sahibi olmak bir “kişilik” sahibi olmaya giden yoldur. Evola böyle bir kişiliği “karakter bir durum değil bir ödevdir” şeklinde ifade ediyordu. De Gaulle “karakter zor zamanların erdemidir” demişti. Chamfort “karakteri olmayan bir insan değildir, bir nesnedir” derken derin bir gerçekliği ifade ediyordu.

İmaj ve sosyal medya çağında karakter sahibi olmak gerçek bir “lüks”tür. Bütün  lüks tüketim endüstrisi karakterin görsel fragmanları üzerine kurulu değil midir ? Tüm o orijinal kıyafetler, takılar, arabalar, evler, stiller bir “karakter” oluşturmaya ve onun öyküsünü kurgulamaya yarayan araçlardır temelinde. Ancak karakter görünerek sahip olamayacağımız ama olduğumuzda kendisini doğal olarak gösterecek ciddi bir emek ve kendine yatırım gerektiren gerçek bir lükstür ve fiyatı yoktur.

Güven ve tutarlılığın olmadığı yerde ilişkiler kayganlaşır ve Sennet’in bahsettiği amaçsal insandan “ironik insana” gerilenir. İronik insan kendi varlığını gerçek kılacak özelliklerden yoksun bir toplumsal ilişkiler ağında yaşar, bir süre sonra kendi gerçekliğine de inancını yitirir. Kişi kendi gerçekliğine inancını yitirdiğinde kendini “sanal bir kurguyla” üretmeyi ve hikayeleştirmeyi deneyecektir. Ya da güven ilişkisini tükettiği sosyal ekosistemden bir başka ekosisteme koşturup orada kendini satmayı deneyecektir. ( günümüzde bu tip profesyonel kariyer avcıları çoktur ve headhunt şirketleri işbirliği ile iyi paralar kazanırlar.) Burada ona sosyal medya ve elinin ulaşabildiği tüm tüketim unsurları yardımcı oluyor görünür ama bu bir seraptır ve varoluş krizini derinleştirmekten başka bir işe yaramaz. Çünkü köksüzdür ve güven ilişkisinden yoksundur. Sonuç olarak kişi her türlü popüler söylem ve “short cut” kariyer hikayelerinin aksine sağlam ve tutarlı bir yaşam öyküsü olarak “karakter inşasını” tercih etmelidir. Bize görünen bir iki parlak hikayenin arkasında görmediğimiz özel yaşamları ve kariyerleri zehirli enkazlara dönmüş milyonlarca insan yatmaktadır ki bu durum “güvenilir ve sağlam olmanın” aslında hiç olmadığı kadar değerli olduğu bir toplumsal çağda yaşadığımızı da imler.