Osmanlı Devleti 600 yıl boyunca dünyanın en zorlu coğrafyalarını başarıyla yönetebilmiş bir yapı olarak tarihçilerden politikacılara ve siyaset bilimcilere kadar bir çok kesimin haklı ilgisine mazhar olan bir oluşumdur. Bu oluşumun erken dönemleri hakkında bilgimiz sınırlı olmakla beraber , onun teşekkülü ve ilk dönem idarecilerinin şahsiyeti, adetleri, yetişme tarzları, inanç ve uygulamaları onun en ilgi çekici safhasını oluşturmaktadır. Dünya ölçeğinde hayranlık uyandırıcı bir şekilde, bu denli uzun ömürlü bir kurumsal yapı oluşturabilmiş bu kültürün liderlik vizyonunda her kesimden idareci için farkındalık yaratacak önemli referanslar olacağı bila şek ve şüphe bir gerçektir.

Bunlarun sabıka gelmiş gitmiş ecdad-ı alalarının iştiharları heman mücerred şecaat ile, kılıç ile kuvvet ve kudret ve şevket ve adalet ile değül imiş belki hem ilm ile ve edeb ile ve insaf ile, kemal ile ve hikmet le dahı arasteler imiş.

İncelediğimiz metin Osmanlı Devleti’nin VI. Padişahı olan II. Murat Han’ın oğlu II. Mehmet’e nasihatlerinden oluşmaktadır. Eser devrin Venedik Elçisi  Andrea Coscolo tarafından doğrudan Sultan’ın ağzından kaleme alınmış,  1559 yılında yine başka bir Venedik elçisi  Marino Di Cavallo tarafından Tercüman Murad Bey’e tercüme ettirilerek Kanuni Sultan Süleyman’a takdim edilmiştir. Eserin Venedikliler tarafından oluşturulmasında bu devletin Osmanlı’nın gücü ve yayılışının altındaki gerekçeleri analiz etme çabasının olduğu muhakkaktır.  Nitekim Coscolo eserin ön sözünde bu eserden Avrupa’lı idarecilerin faydalanacağını belirtmiş ve Osmanlı’nın sadece kılıç gücüyle şöhret kazanmadıklarını, saltanatlarını kılıçla birlikte, ahlak, ilim,edep, terbiye ve adaletle de süslenmiş bulunduklarını, bu konudaki faziletlerinin de günden güne artmakta olduğunu beyan etmektedir.

Eser geneli itibariyle daha sonra Fatih olarak anılacak II. Mehmet ile babası arasında geçen konuşmalar şeklindedir. Konuşmaların esasını gençlik, ,ihtiyarlık ve hayat üzerine bir takım gözlemler ve tavsiyeler oluşturmaktadır. Ancak bütün bunların arasına serpiştirilmiş insan tabiatına, yöneticiliğe, dünya kavrayışına dair eşsiz değerlendirmeler mevcuttur.

 Kişi de akl-ı kami olmak cem-i saadetin sermayesüdür

Esere göre insanın en önemli özelliği akıl ve dil sahibi olmasıdır. Bu özellik onu hayvanlardan ayırır. Şöyle ki “İnsandaki akıl ve konuşabilme yeteneği ona verilmiş olan lütuf ve ikramları tek başına özetleyebilir. Hayatlarının eksilip ömürlerinin tükenmesinde insanla hayvan arasında pek fark yoktur ama, hem akıl, hem hayatın yürüyüşü her ikisinde de aynı değildir. Çünkü insan ömrü azaldıkça kişinin akıl, bilgi ve tecrübesi çoğalır. Hayvandaysa hiçbir gelime göze çarpmaz. Bu yüzden aralarında büyük farklılıklar ortaya çıkar.” Dolayısıyla insan hem iletişim kuran hem de zamanla tecrübe ve bilgisini geliştiren bir varlıktır. Böyle olmadığı zaman kişinin hayvandan farkı kalmaz.   “İnsanoğlunun her birinde başkalarıyla çeşitli münasebetler kurmaya yarayan normal bir akıl bulunmalıdır. İşte bu akıl bütün saadet ve mutluluğun tükenmez kaynağıdır.” Bu aklın meziyeti ise “Her türlü olayın aslını ve teferruatını birbirinden kolaylıkla ayırt edip, bunlara doğru ve aslına uygun şekilde bakabilmektir.”  

Ve haliya kişi kendüsini aldamak gibi aldanış olmaz ve gayrun aldayışına benzemez

İnsanın kendine ve dünyaya karşı bu nesnel bakışı sağlaması sağlam bir hayatın ilk adımı olarak formüle edilir. İnsan eğer bu nesnel bakışı sağlayamaz ya da sağlamaktan kaçınır ise şüphesiz kendisini aldatmış olur ki “ kişioğlunun kendi kendini aldatması gibi büyük bir aldanış olamaz. Ve bu aldanış başkalarının aldatmalarına da hiç benzemez. Çünkü başkalarının aldatması çok seyrek olur, bu da, üzerinde biraz düşünülünce anlaşılır ve giderilmesi için çareler aranır. Fakat kişi kendini kandırdığında, bunu gidermeyi beceremediği  gibi çare teminine de başvuramaz. Bulunduğu yer zaten kendi düşüncelerinin son sınırıdır, bunun ötesine geçmesine imkan ve ihtimal yoktur.”

Bunların ömri ve geçinişi, haletleri heman maymuna benzer ki bir lahzada hem gülerler hem ağlarlar

Akıl ve ilimle dünyayı ve kendisini doğru kavrayamayan kişi cahildir. Cahillik bir bilgisizlik değil, bir idraksizliktir. Doğru davranış ve doğru karardan yoksundurlar, kendilerini idare edemezler. Pasif bir şekilde etkilenmeye açıktırlar. Düşünce üretmek ve akıl yürütmek hassalarına sahip değildirler, eserin onları duygu ve güdülerinin etkisinde bir mod düzensizliğine düçar şekilde yaşayan varlıklar olarak tarif etmesi ve terbiye ve kontrolü onların bu varoluşsal savrukluklarına çare olarak önermesi mühimdir. “Cahiller doğruyu yanlışı, faydalı ve zararlıyı katiyen bilmezler. Düşünce kabiliyetlerinin olmayışıyla bir bakıma hayvanlara benzerler. Hayvana benzeyen tabiatları onları nereye çekersen, karşı koymadan götürmeye uygundur. Hayvan gibi yedirilirler. Kendi kendilerine hiçbir düşünce ve kabiliyetleri yoktur. Bütünüyle deli gibidirler. Hayatları daha çok maymuna benzer. Aynen onlar gibi bir anda hem güler , hem ağlarlar, hem dövüşür hem barışırlar, işte bunların terbiye ve kontrole son derece ihtiyaçları vardır. “

Ve bil ki dünyada üç dürlü adem vardur

Eser dünyadaki insanları aklı kullanabilmek açısından üç kategoride inceler : “Bu dünyada üç türlü insan vardır. Biri şudur : akıl ve fikirleri yerinde, geleceği az çok gören düşünen, hiçbir anormallikleri olmayan kimselerdir. İkincisi : yollarının doğru veya eğri  olup olmadığını bilmekten uzak olan kimselerdir. Ama bu duruma kendi istekleriyle değil çevrenin etkisiyle düşmüşlerdir. Nasihat edildiğinde kafaları alır ve kabul eder, söz dinlerler. Çoğu zaman duyup işittiklerine uyarak yaşarlar. Üçüncüleri ise:  Ne kendileri bir şeyden haberdardır, ne yapılan ikazlara nasihatlere kulak asarlar. Sadece kendi arzularına uyar ve her şeyi bildiklerini sanırlar. Bunlar diğerinden daha adi, daha alçaktır.” Bu kategoriler aynı zamanda bu gruplara bir yaklaşım ve davranış önerisi de imlemektedir : Sağlıklı ve normal şekilde iletişebileceğiniz insanlar, geri bildirim ve tavsiyelerle iletişebileceğiniz insanlar, ancak korku ve ümit politikalarıyla yola getireceğiniz insanlar mevcuttur.

Aklun tesiri kılıcun tesirinden artuktur

Eser idarecilere güç (kılıç) kullanımından önce  aklını kullanmayı salık verir zira :  “Herhangi bir şeyin devamlı olarak kaba kuvvet, kılıç, kahramanlık ve ezici güç zoruyla meydana gelmesiyle, akıl, tedbir, sabır, ileri görüşlülük, imtihan ve yorucu tecrübeler sonucu dilediğimiz şekilde meydana gelmesi arasında büyük farklılıklar vardır. Birinci yol , her zaman geçerli olmadığı gibi, sakıncaları da çoktur.”  Sadece güç kullanılarak elde edilecek üstünlüğün kalıcı olmayacağı  sadece güce dayanmanın bozgunla neticeleneceği belirtilir. “Kılıcı kullanıp, onun yardımıyla ülkeler fethetmek için yine akıl ve fikre danışmak, herhalde onun yardımını da almak gerekir. Ancak bu şekilde olursa yapılan işler sağlama bağlanmış olur. Çünkü çokları sadece birini ,mesela kılıcı tek başına kuvvetli kullanarak savaşa girmişler tabi sonunda bozguna uğramışlardır.”

Kuvvetli olmak eyüdür amma kuvveti akılla kullanmak gerekdür

Eser genç şehzadeye aklın güç kullanımından üstün olduğunu kati şekilde anlatır. Aklın her durumda güç kullanımından üstün olduğunu belirtir. Sadece kılıçlarına güvenenlerin yok olduğu defaatle gözlenmiştir. “Aklın gücü kılıçtan üstündür bu bütünüyle her şeye karşı böyledir. Akıl  sürekli olarak bu üstünlüğünü korumuş ve korumaktadır. Ben nice yiğitlerinin akıllarını kullanamadıklarını, sırf kılıçlarına güvendikleri için yok olduklarını görmüşümdür.”  Yöneticilerin en önemli özelliği de onlara bahşedilen kuvveti akıl yardımıyla kullanmayı bilmektir. Gerçek kahramanlık ve yiğitliğin elindeki silahı akla uygun bir şekilde yerli yerince kullanmak olduğunun altı çizilir.  “Allah Teala hazretleri padişahlara güç ve kuvvetin yanında akıl da vermiştir, ta ki kuvvetlerini aklın yardımıyla yerli yerinde kullanabilsinler. Sadece birini kullanmaları iyi değildir. Padişahlığın taşıdığı anlam biraz da bunların ikisini de yeri yerinde kullanabilmekle gerçekleşir. Kahramanlık ve yiğitlik ancak elindeki silahı akıllıca ve gerekli olan yerlerde kullanmasıyla..”

Anun hizmeti akçe ile hizmet ile eda olunmaz

Eserin bir yerinde Sultan Murad genç şehzadeye  “Efendisine kalbinin bütün samimiyetiyle bağlı, aklı başında ve hareketleri düzgün olan bir kimseye efendisi de aynı davranışı gösterir. Böyle bir insanın yapmış olduğu  hizmet ve fedakarlıkların, karşılık olarak aynı hizmet ve parayla ödenemeyeceklerine inanıyorum.” Diyerek sadakat ve bağlılıkla yapılan hizmet ve fedakarlıkların değerinin maddi karşılığın çok ötesinde olduğunu belirterek güvenilir, sadık bir ekip kurmanın ve onların bağlılığını kazanmanın ücretle kazanılan bağlılık ve ilişkinin ötesinde olduğunu belirtir.

Padişahlık heman bir terazu dutar kimesneye benzer

Son olarak eserin kapanışında Sultan Murad genç şehzadeye tüm başarılı ve kalıcı yönetimler için bir tavsiyede bulunur. Bu adalettir. Kadim dünyada binyıllardır bilindiği ve tüm yönetimlerin meşruluğunun temeli olduğu üzere adalet mülkün temelidir ve Osmanlı mülkünün de asırlarca ayakta kalmasının nedeni olmuş, ondaki tüm rahatsızlıkların ve sonuç olarak inkırazının ana sebebi olmuştur. “Padişahlar ellerinde terazi tutmuş bir kimseye benzerler. Sen padişah olunca  teraziyi doğru tutmanı isterim o zaman yüce Allah’da senin iyiliğini arzular. Her şey Allah’ın malumudur.”

İmdi padişah olup terâzuyi doğrıtutarsın. Allah Taâlâ dahı sana doğru nazar ider. Vallahu a’lem

Kaynakça

Sultan Murad Han,Fatih Sultan Mehmed’e nasihatler, hazırlayan Abdullah Uçman, Büyüyen Ay Yayınları,2017,İstanbul