Eğitim piyasanın ihtiyaçlarını karşılamıyor, yeni jenerasyon işe çok ilgili değil, emek piyasası dışa açıldı ve artık nitelikli gençler daha kolay yurt dışına gidiyor. Bu gerçekler işverenler açısından bir konuyu daha önce hiç olmadığı kadar önemli hale getiriyor: yeteneği elde tutmak.

Yetenek bilgi, beceri ve kişisel özellikleri iş yeri için yüksek bir değer ifade eden çalışan demektir. Yeteneğin dört boyutu vardır. Bunlar:

  1. Bilgi ve tecrübe
  2. İletişim becerileri
  3. Gelişim ve öğrenme yeteneği
  4. Güvenilirlik olarak sıralanabilir.

İşletmeler bir çalışanda bu dört özelliği bir arada buluyorlarsa kendi gelecekleri için onları elde tutmak zorundalar. Çünkü rekabette fark artık insan kaynağı ile sağlanıyor. Bu eskiden de söylenirdi ama günümüzde moda bir söylemden çok akut bir gerçek oldu. Nitelikli emek kıtlaşınca firmalar bu emeği birbirlerinin nitelikli elemanlarını transfer ederek kapatmaya çalışıyorlar.

İş hayatında herkesin yeri dolabilir. Ama yetenekli bir çalışanı kaybederseniz yerini doldurmanız garanti değildir. Çünkü bir firmada başarılı olmuş, ortamını bulmuş bir çalışan sizde o başarıyı gösteremeyebilir. O nedenle başarı istisnaidir. Yakalandığı zaman elde tutulmalıdır.

Günümüzde bilgiye ulaşmak, sermayeye ulaşmak düne göre daha kolay. Parası olan istediği yatırımı yapabilir. Ama bir işletmenin doğru tabirle “işlemesini” sağlayan oradaki çalışanlar. O çalışan içinde de % 20 kilit çalışanlar. Elinizde nitelikli emek yoksa binaların, koltukların bir kıymeti yok.

Eskiden ülkedeki emek talebine kıyasla fazla bir nitelikli emek mevcuttu. Üniversiteler, meslek liseleri sanayinin ihtiyaçlarının ötesinde bir insan yetiştirme kapasitesine sahipti. Günümüzde bu durum tersine döndü. Eğitim piyasanın beklentilerinin gerisinde kaldı, emek talebi de yoğun olunca nitelikli ve yetenekli çalışanlar daha da değerli hale geliyor. Bir de ülkedeki emek gücü uluslararası piyasalara açılınca darboğaz arttı.

Nitelik ve yeteneği elde tutmak için firmalar önce bu çalışanlarını tespit edebilmeli, daha sonra tatmin edebilmeli, sonrasında ise yönetebilmeli. Bu saydıklarımız eski tip yönetim ve liderlik anlayışlarıyla olmuyor. Bizde yönetim iş odaklıdır. Bunu da bir meziyet sayar. Bir zamanlar öyleydi belki ama bugün yönetim işi yönetmekten çok işi yapan insanı yönetmek üzerine kurulu olmak zorundadır. Bunun için insanı anlamak, çalışanı anlamak, gerekiyor.

İnsanı anlamak onu psikolojik, sosyal, ekonomik, biyolojik ve historik boyutlarıyla ele almayı gerektiriyor. İnsan başlı başına hala çözülmemiş bir denklemken onu yönetmek apayrı bir uzmanlık gerektiriyor. Dünyada işletme teorileri üretim odaklı yaklaşımdan, insan odaklı yaklaşıma 70 lerde geçti. O yıllardan bugüne çok mesafe alındı bu alanda. Türkiye’de ise emek piyasasının konumu gereği işletme yönetimleri bu konuyu çok önemsemediler. Ama günümüzde artık bu bir lüks değil zorunluluk oldu. İnsanı görmezden gelen çalıştıracak insan bulamayacak. İnsanı görmek de sadece istediği ücreti vermek değil.