Ahlak-ı Alai Osmanlı İmparatorlunun en görkemli dönemi olan Kanuni devrinde ,1563 yılında , eserin müellifi olan Kınalızade Ali Çelebi’nin  Şam kadılığı esnasında yazılmıştır. Kınalızade daha sonra Bursa kadılığı, Edirne kadılığı, İstanbul kadılığı yapmış, nihayet Anadolu Kazaskerliğine kadar yükselmiştir. Eser İbn Miskeveyh ve Nasıruddin-i Tusi’nin eserlerinden ilham almıştır, ancak Osmanlı’nın en kudretli devirlerindeki adab, erkan ve yönetim anlayışlarını ihtiva etmesi bakımından ve Türkçe yazılan ilk ahlak eseri olması bakımlarından eşsizdir. Ahlak-ı Alai’nin bir imparatorluk ahlakı olduğunu belirtebiliriz.

Eser klasik ahlak kitaplarında olduğu gibi önce tezhib-ül ahlak denilen  ahlak teorisi  yahut sanatı ile başlar, İlm-i Tedbirü’l Menzil denilen sosyal ahlak , aile ve birey ahlakı ve ev idari kurallarıyla devam eder, son olarak İlm-i Tedbirü’l Medine denilen siyaset felsefesi ve devlet yönetimi konularıyla son bulur. Eser kendinden önceki asırların (Hint, İran, Eski Yunan) tecrübi birikimini ihtiva ettiği, klasik İslam’ın temel referanslarıyla şekillendiği  ve gerek askeri, gerek idari, gerek se sosyal açıdan devrinde dünyanın en güçlü,en büyük ve en geniş coğrafyaya yayılmış (14 milyon 983 bin Kilometrekare -bugünkü Türkiye’nin  19 katı ) idari mekanizması olan Osmanlı İmparatorluğunun seçkinlerine hitaben yazıldığından günümüzde dahi yöneticilik ve liderlik tartışmaları için önemli bir kaynak ve referans kabul edilebilir.

Kınalızade  yönetim felsefesi de diyebileceğimiz siyaseti iki kısma ayırır. Bunlardan ilki siyaset-i fazıla denilen erdemli siyaset, diğeri siyaset-i nakısa diyebileceğimiz eksik siyasettir. Siyaset-i fazıla Allah’ın kainatta hakim kıldığı düzene (ahlakillah)  uygun, varlıkları ait oldukları yere yerleştiren bir siyasetken, siyaset-i nakısa açıkça nefsin arzu ve isteklerini elde etmeyi hedefleyen (hevayı nefs-i emareye vusul siyasettir.

Kınalızade bu bağlamda kurumlar teorisine de uygulayabileceğimiz şekilde devletleri erdemli ve erdemli olmayan devletler olarak ikiye ayırır. Erdemli devlet ( medine-i fazıla)  teşkilat ve bir araya geliş gayesi iyilik ve fayda (hayrat-u mesalih) olan devletken, erdemsiz devlet (medine-i gayrı fazıla)  teşkilat ve bir araya geliş gayesi kötülük ve yanlışlıklar (şürur u mefasid) olan devlettir. Erdemsiz devlet kendi içinde üç çeşittir. Bunlardan ilki cahil devlettir ki kurumun varlığının sebebi tepkisel bir eylemdir, öfke ve arzulardan kaynaklanabilir. Konjonktüre göre bazı kurumlar bu tür devlete benzetilebilir. Diğeri mensuplarının aklını kullandığı ama bu aklın diğer arzulara tabi olduğu devlettir. Örneğin amacı kuralsızca kar ve fayda maksimizasyonu olan ve bu uğurda akıl ve bilimin tüm inceliklerini kullanmaktan çekinmeyen kurumlar bu yapılara benzetilebilir. Son olarak mensupların akıl ve fikir noksanlığından batıl inançları ve yanlış kanunları olan sapık devlettir ki (medine-i dalle)  hem etik dışı hedeflere sahip olup hem de yönetim ilmine ve insana dair doğru yaklaşımları olmayan kurumlar bu sınıfta değerlendirilebilir.

Kınalızade’ye göre Allah’ın bazı kullarının başını taçlandırdığı, ilahi bir armağan (hediyye-i ilahi) olan saltanat ( yöneticilik makamı) sahibi  yöneticiden beklenen egemen olduğu kurumda siyaset-i fazılayı yani erdemli siyaseti uygulamasıdır. Bunu yapabilmesi için yöneticide yedi vasıf bulunmalıdır. Bunlardan ilki yüksek gayeli olmaktır (uluvv-i himmet) . Yüksek gayeli olmak yöneldiği maksat ve göz diktiği amaç itibariyle yöneticinin  yüce işler yapmak, çoğunluğun mutluluğunu sağlamak, refah ve adaleti tesis etmek gibi hedefleri olmasıdır. Kişisel hırsları ve arzuları peşinde koşan yönetici bunun tersidir ve yönetmeye ehil değildir. İkinci özellik isabetli düşünme becerisidir. (isabet-i rey ü fikret) Kınalızade’nin deyişiyle bu zeka-yı zihn ve safa-yı akl üzere mebcul olmak yani bizim zeka dediğimiz hızlı ve doğru düşünme becerisine sahip olmak ve bugün lügatlerde karşılığı olmayan sağduyuya ve ilahi kanunlara göre düşünebilen akıl sahibi olabilmektir. Ayrıca zamamında cari olan yönetim araçlarını kullanabilmek ve bir yöneticinin ihtiyaç duyduğu ilim ve tecrübe ile donanmış olmak da bu beceriye sahip olabilmek için şarttır. Üçüncü özellik azim ve kararlılıktır. (azm-ü azimet) Bu özellik ölçüp tartıp bir kere karar verince azim ve sebatla onu uygulamak konusunda kararlı ve gayretli olmaktır. Ancak bu özellik yersiz inat, dikkafalılık ve kibirle karıştırılmamalıdır. Doğru yönetici isabetli karar alır ve onu ihtiyatla uygular. Kınalızade’ye göre azim bütün işlerde asıl ve erdemlerin kazanılmasında ayırıcı sözdür. Buna kralların ve büyük adamların azmi denir. (Ve azm cümle umurda asl ve iktisab-ı fezayil etmekte kavl-i fasldır ve ana azmü’l mülük ve azmü’r rical derler.)

Dördüncü vasıf musibetlere sabır ve tahammüldür. Acelecilik, çabukluk, hızlılık ve tahammülsüzlük, yönetim ve din işlerinde zillete sebep olur,din ve devlet işlerinde tedavisi imkan dışı ve ıslahı kudreti aşan zararlar verir. Doğru yönetici hüküm vermek konusunda aceleci olmamalıdır. Verdiği  hüküm neticesinde eyleme geçiyorsa da bunun sonuçlarını görmek konusunda sabırsız davranmamalıdır. Yöneticilerde bulunması gereken beşinci vasıf zenginliktir. Zenginlik tebanın malına, devlet malına ve sana ait olmayana tamah etmemek için ihtiyaç sahibi olmamayı ifade eder. Borcu olmak, üzerinde maddi külfetler bulunmak, zor durumda olmak yöneticinin hem kararlarını bozar hem de bir takım yanlış işlere girişmesine sebebiyet verebilir. Altıncı özellik uygun asker ve itaatkar tebadır. Yöneticinin beraber çalışacağı kadrosunun ehil, güvenilir ve itaatkar kişilerden oluşması önemlidir Aksi halde sistem kurmak ve doğru yönetim ilkelerini kurumun tüm unsurlarında uygulamak mümkün olmaz. Yönetici eğer kadrolarında düzensizlik, keyfilik ve serkeşlik kokusu alırsa bunları siyaseten “hal” etmeli yani kurum içindeki varlıklarını sona erdirmelidir. Zira :

Saltanat siyasetle nizam bulur

Siyaset olmazsa harap olur

Dünya işlerinin düzeni için

Siyasetten başka çare yoktur.

( Ez siyaset nizam yabed mülk

Bi siyaset halel pezir buved

Nesak-i karha-yi alem-ra

Ez siyaset na guzir buved)

denmiştir. Yöneticilerde bulunması gereken yedinci vasıf “soy”dur. Soy ve nesep önemlidir çünkü insanlar emsal ve akranlarına itaat etmek konusunda isteksizlik gösterirler O zaman kargaşa ve gürültü olur. ( Zira nüfus-u beşeriyye kendini emsaline vü akranına ita’at ve evamir ü nevahisine imtisal etmekten iba vü imtina eder.) Günümüz yöneticileri için bu özelliğin yerini eğitim ve tecrübenin aldığını belirtebiliriz. Zira iyi okullardan mezun olmak ve yönettiklerinden daha yüksek bir tecrübeye sahip olmak sadece bilgi ve görgü farklılığı değil bir üstünlük de empoze etmekte ve kişinin yöneticiliği daha kolay kabul edilebilmektedir.

Bu yedi özelliğe sahip olması gereken yönetici tasarruf ettiği kurum ve kişiler üzerinde adaletle hükmedebilmek için  şu kanunlara da riayet etmelidir. Bunlar :

1- Herkese eşit muamele (Cümle halayık-ı müsavi tuta) Yani kurumu oluşturan unsurlar olan üst düzey yöneticilere, orta düzey amirlere, beyaz yakalara ve mavi yakalara muamelede farklı davranmama , muamele adaleti sağlamadır. Zira bir kurum içinde bu tabakalardan biri diğerlerinden fazla öne çıkarsa orada denge bozulur. Dengenin bozulması rahatsızlık ve aksaklıklara sebep olur.

2-Herkese liyakat ve istidadına göre davranmak (Her biri istihkak u istidadı kadar riayet oluna) : Yani emri altındakilere liyakati ve becerileri ölçüsünce iltifat etmektir. Doğru yönetici çevresinde aklı, fikri, basireti ve irfanı yüksek güvenilir ve becerikli kişileri tutmalıdır. Bunun aksine hareket etmesi yöneticilikten beklentilerle örtüşmez. Yönetici kendi kapısını aşındıran, dalkavukluk yapan  ve göze girmek için türlü hünerler sergileyen kişilere itibar edip yanlışa düşmemelidir. Yine ödüllendirirken ve cezalandırırken yakın bulduklarına cömert davranıp, kurum değerlerini çiğneyenleri cezalandırmada bu kişileri yakın buluyorsa, tolerans göstermemelidir. İlaveten hüküm verirken kesin bilgiye sahip olmadan kulaktan olma, yetersiz ve şüpheli bilgilerle hüküm vermemelidir. Zira :

Şüpheye dayanan siyasetle adalet uygulanmaz

Kesin bilgi olmadan kimsenin kanı dökülemez

Hükmün şüpheyle uygulandığı her diyar

Süratle dağılır hızla çöküşe geçer

(Siyaset be-guman resm-i ma’dilet nebved

Ki ta yakin neşeved hun-i kes neşayed riht

Beher diyar ki hukm ez reh-i guman başed

Be zud-i zud bidayed ez in diyar giriht)

3-Herkese istihkak ve istidadına göre ihsanda bulunmak (Kısmet-i hayrat ce işar-ı müberrat etmekte her birinin istihkak u istidadın ri’ayet eyleye) : Yani modern kurumsal adalet teorisine göre çalışanlara dağıtılacak hak ve menfaatlerde tutarlı ve adil olunmalıdır. Bu benim ihsan ve riayetim, istediğim kimseye veririm. Başkasının hakkını azaltmadım ki ne olacak dememelidir. Kral ve yöneticiler anlaşmazlıklara son verirken ve payları bölüştürürken kesinlikle adil hükmetmek ve eşit dağıtmakla yükümlüdürler. Makam ve mertebe dağıtımında istihkak ve liyakat şartını gözetmemek zulüm ve sapıklıktır.  (Ve menasıb u meratib taksimindeşart-ı istihkak u istihal riayet olunmamak zulm ü dalaldir.) Yine layık olmayanı desteklemek ve kayırmak( şefaat etmek)  layık olanlara kötülük etmek anlamına gelir. Adaletin gereği olan hasıl olduktan sonra yönetici ihsan ve lütuf edecekse bunu heybetle yapmalıdır zira insanlar zahmetsizce ve kolaylıkla aldıkları şeyleri kolayca şımarıklık, gurur ve küstahlık nedeni haline getirip ihsanı bir hakkediş olarak görüp arsızlaşabilirler.

İlaveten yöneticinin bağlılarını adaletli davranmaya uymaya zorlaması ve erdem yollarını kabul etmekle yükümlü kılması gerekir. ( Ve padişah ra’iyyetini iltizam-ı kavanin-i adaletle ilzam ve kabul-i turuk-ı failetle teklif u ibram ede..) Çünkü bedenin varlığını tabiatla, tabiatın varlığını nefisle, nefsin varlığını akılla devam ettirmesi gibi devlet varlığını kral ile, kral siyaset ile, siyaset de hikmet ile devam ettirir. Hikmet şehirde kabul edilirse ve kral ilahi kanuna uyarsa düzen sağlanır ve  nefisler mümkün yetkinliklerine ulaşır. Ama eğer hikmet terkedilirse kanun terkedilmiş olarak kalır. Kanun terk edilince kralın parlaklığı gözükmez, fitneler baş gösterir, mürüvvetin resmi kazınır ve nimet intikama dönüşür. Metinin işaret ettiği üzere kurumun devamı tepe yönetici ile kaimdir. Tepe yönetici ise uyguladığı yönetim tarzı ile var olur. Yönetim tarzının ( politikasının) doğru olması hikmete uygun olmasına bağlıdır. Ancak bu sayede kurum içinde adalet sağlanır ve kişiler layık olduklarını bulurlar. Ancak hikmet terkedilirse şeylerin olması gerektiği düzen bozulur, böylece yönetici “yönetemez” duruma düşer. Sonuç olarak adaletsizlik, karışıklık, huzursuzluk ortaya çıkar.

Eserin son bölümünde Kınalızade Platon ve Aristo’dan alıntılar yapar. Özellikle Aristo’nun Büyük İskender’e adalet hakkındaki tavsiyesi hikmetle yönetimin ezeli bir hülasasıdır. “ Ey İskender, adalet sıfatı ilahi sıfatlardandır. Gök ve yer adalet ile ayakta durur ve peygamberler adalet ile gönderilmiştir. Adalet aklın suretidir. Saltanat ile adalet birbirine muhtaç iki kardeştir. ( Ey İskender, adl sıfat-ı ilahiden bir sıfattır. Ve asuman ve zemin adl ile kaim ve enbiya adl ile meb’us olmuşlardır Ve adl sureti akıldır.)

Kitap Osmanlı’nın politik teorisini oluşturan Adalet Dairesi ( Daire-i Adliyye) ile son bulur.  Adalet Dairesi’nin özeti şudur:  Dünyanın iyileşme sebebi adalettir.  Dünya duvarı devlet olan bir bağdır, devlete düzen veren şeriatır, şeriatı padişahtan başkası koruyamaz, ordu olmadan padişah hakimiyet kuramaz, orduyu paradan başka bir şey toplayamaz, parayı kazanan tebadır, tebanın padişaha bağlılığını adalet sağlar. 

1. Adldir mucib-i salâh-ı cihan (Dünyanın düzenini, kurtuluşunu ve saadetini sağlayan adâlettir.)

2. Cihan bir bağdır dîvarı devlet ( Dünya bir bahçedir, duvarı ise devlet)

3. Devletin nâzımı şeriattır (Devletin nizamını kuran Allah kanunudur yani hukuk)

4. Şeriate olamaz hiç hâris illa mülk (Allah kanunu ancak saltanat ile korunur yani siyasi kurum)

5. Mülk zabt eylemez illa leşker (Otorite, Kudret, ancak ordu ile zaptedilir)

6. Leşkeri cem edemez illa mal (Ordu, ancak mal ile ayakta kalır yani iktisat)

7. Malı cem eyleyen raiyettir (Malı toplayan halktır)

8. Raiyeti kul eder padişah-ı âleme adl (Halkı idare altına ancak Cihan Padişah’ının adâleti alır.

Bu döngü modern yönetim anlayışına göre yorumlanırsa  adalet kurumların da bir parçası olduğu dünyanın üzerinde durduğu temel esastır. Kurumlarımız da bu dünyanın üzerinde yükselir ve onun yasalarına tabidir. Kurumlarımıza düzen veren kural ve nizamlarımızdır. Bu kural ve nizamları tepe yöneticiden başkası hayata geçiremez. Tepe yöneticinin bu kural ve nizamları iyi uygulaması için seçkin ve liyakatli kadroları olması gerekir. Bu kadroları kazanmak ve elde tutmak için zenginlik, yani kurumun para kazanması gerekir. Kurumun para kazanması için kurum çalışanlarının verimlilik ve bağlılıkla uyum içinde çalışması esastır. Çalışanların bağlılık ve uyum içinde çalışması ise ancak adaletli bir ortamda mümkün olur.

Ahlak-ı Alai kadim yönetim anlayışının Osmanlı İmparatorluğu’nun en güçlü olduğu devirde Türkçe olarak ve Osmanlı’nın yönetsel önceliklerine ve hassasiyetlerine göre yeniden yorumlanışıdır.  Yönetim felsefesini öncelikle kozmik bir düzen olarak adalet, sonra da o düzenin yansıması olarak kişinin kendi içinde hayata geçirdiği ve nihayet hükmü altındakilere uygulaması gereken adalet ve düzen olarak formüle eden Kınalızade’nin günümüzde  neredeyse kişisel gelişim hokkabazlıklarının oyuncağı haline gelmiş liderlik ve yönetim kavramları için söyleyeceği çok daha ciddi ve esaslı şeyler mevcuttur. Nihai olarak modern kurumları insan ve toplum menfaatlerini çiğnememesi için sınırlandırmaya çalışan ve bu alanda sayısız tartışma ve ikna çabaları akim kalıyor görünen “etik” teorisinin de Ahlak-ı Alai’nin ilahi ve yüksek metafizik bir düzen ilkesinin dünyevi plana tartışmasız yansıtılması aksi halde kısa ve uzun vadede sonuçları olacağı şeklindeki paradigmasından öğreneceği çok şey olduğu ortadadır.

Kaynakça

Demirkol, Murat, Kınalızade Ali Çelebi, Ahlak-ı Alai (Günümüz Türkçesiyle),2016,Fecr Yayınları

Kınalızade,Çelebi,Ali,Ahlak-ı Alai,Hazırlayan : Mustafa Koç,2007,Klasik Yayınları