10. Yüzyılın sonlarında da yaşamış İran’lı bir İslam Filozofu olan İbn Miskeveyh namıyla da bilinen Ahmed b. Muhammed b. Miskeveyh, Tezhibu’l Ahlak (Ahlakın eğitimi) adını verdiği eserde bir sanat olarak gördüğü ahlakla zahmetsizce iyi ve doğru yaşamanın nasıl mümkün olduğunu göstermek istemiştir. Bunu yapmak için önce insanın melekelerini tanımlamış, sonra da bunların bilgisiyle nasıl mükemmel bir ahlaka ulaşılacağı üzerine kafa yormuştur. Ahlak ilmi temelinde bir nefis terbiyesi sanatıdır. Kitabın başlangıç noktası “ Nefse ve onu biçimlendirene sonra da ona iyilik ve kötülük yapma kabiliyetlerini verene and olsun ki, nefsini arıtan kurtuluşa ermiş,onu kötülükle örten kimse ziyana uğramıştır” ( Şems Suresi, 7-10. Ayetler) ayetleridir.

İbn Miskeveyh’e göre insanda üç tür meleke vardır. Bunlar:

  • Meleki güç : akıl ve ayırdetme gücü
  • Behimi güç : Yaşama isteği ve bedensel arzular
  • Sebui güç:  Öfke, atılganlık ve egemen olma ve sahip olma gücü

Bu üç kuvvet dengeli olmak zorundadır. Aralarındaki denge bozulur, biri diğerinden daha çok öne çıkarsa bu durum insana zarar verir. Bu kuvvetlerden Meleki gücün doğru kullanılmasına hikmet (sapientia) , Behimi gücün doğru kullanılmasına iffet, sebui gücün doğru kullanılmasına da şecaat denir. İşte bu güçlerin birbirine zarar vermeyecek şekilde dengeli kullanılması ve ayır etme gücüne boyun eğmesine ise adalet denir. Dolayısıyla mükemmel (kamil,dengeli) bir insanın vasfı kendi içindeki kuvvetleri  akıl ve ayırdetme gücüyle kontrol ve uyum içinde tutmasıdır. Bu ise adalet demektir ki İbn Miskeveyh :   adaleti insanın kendine ve başkalarına karşı insaflı davranması olarak tanımlar.  İşte akıl ve ayırd etme ( meleki güç) yardımıyla  bedensel  (Behimi) ve ruhsal arzularını (sebui)  kontrol ve uyum içinde tutmak ve böylece kendine karşı “adaletli” olmak  “sanatların en üstünü olan ahlak sanatının içeriğini oluşturur. İbn Miskeveyh’e göre  insanın sahip olduğu bu üç nefsin ( düşünen nefis, öfkeli nefis,hayvani nefis)  değerce sıralanışına göre, bunların her birinin kişiliğinde daha çok baskın olduğu insanlar da değerce sıralanır. İnsanların en aşağısı aklı az ve hayvana yakın olanlarken, akıl gücü insanda baskın hale geldikçe üstünlük artar.

Alegorik bir şekilde insanı oluşturan kuvvetlerden aklı hükümdara, öfke gücünü yırtıcı bir hayvana, beden gücünü de domuza benzetir.  İbn Miskeveyh’e göre insanın tamlığı  yırtıcı hayvan ve domuza hükümdar tarafından egemen olunması ile mümkündür ve insan olarak kaldıkça bundan daha yüce bir durum mümkün değildir. Bu denge aynı zamanda mutluluğun asıl kaynağıdır. Çünkü mutluluk bir şeyin kendi öz doğası ile bütünleşmesi ve kendi mükemmelliğine erişmesidir. İbn Miskeveyh ayrıca insanın medeni bir varlık olduğunu belirterek bu mükemmelliğe ancak hemcinsleri içinde ulaşabileceğini ve bu özelliklerin ancak toplum içinde gelişebileceğini belirtir.  Onun ahlak anlayışında “insan kaçkınlığı, uzlet, hayvani ve bedeni ve şehvani  özellikleri yok edecek katı bir asketizm” bulunmaz.  

İnsanın kendine ve diğerlerine karşı uygulaması gereken bir fazilet olan adalet, erdemlerden bir erdem değil bütünüyle bir erdemdir. Yine adaletin tersi olan haksızlık ise kötülüğün bir parçası değil bütünüyle kötülüktür.

Haksızlık ise

  • 1-Şehvet ve ona bağlı olan hatalı davranış
  • 2-Kötülük ve ona bağlı olan haksızlık
  • 3-Yanılma
  • 4-Talihsizlikten kaynaklanır.

Akıllı kimsenin ilk görevi kendisine karşı adaleti uygulamasıdır. İnsanların en iyisi adaletli olan en kötüsü de haksız olandır. Öyle ki bu varoluşun düzenini bozan saf bir kötülük ve kozmik bir suçtur.  

Sonuç olarak İbn Miskeveyh ahlakı insanı kendi mükemmelliğine götürecek ilahi bir sanat olarak ele almış, bunu yaparken  aklı diğer melekelerinin önüne çıkarmıştır. Burada söz konusu olan akıl  basit bir uslamla ve kalkülasyon aracı olan akıl değil  , belirtmek gerekir ki, evrensel normlara uygun düşünme becerisine yani  hikmete sahip akıldır. O akla uygun davranmayı kişinin kendisine karşı olan adaleti için bir ön şart olarak kabul etmiş, bunu da bütün diğer varlıklara adaletin ilk şartı saymıştır. Adaleti erdemler içinde bir erdem ya da iyiliklerden bir iyilik olarak ele almak yerine onu varlığın mükemmel durumunu yansıtan bir bütüncül bir iyilik ve erdem olarak tanımlamış, onun tersi olan adaletsizliği de bütüncül bir kötülük olarak nitelendirmiştir. 

Bugün İbn Miskeveyh’in ahlak, adalet  yaklaşımları yöneticiler ve kurumlar için büyük dersler içeriyor. Hem iş dünyasının etkinliğinin sürdürülebilirlik bağlamında bütüncül bir sorgulanışı ve etik tartışmalarına yeni bir boyut getirirken diğer yandan insanları varlık hiyerarşisine göre üstün ve aşağı olarak kendi içinde sahip olduğu adalete, yani aklın nefis ve beden üzerindeki üstünlüğüne göre sınıflayarak liderlik ve yönetim tartışmalarına da farklı bir perspektif sunmuş oluyor.