Liyakat hak eden kişinin hakkedilen pozisyona gelmesidir. Layık olmak fiilinden gelir. Liyakat denilince çoğu zaman onun olumsuzlaması olan nepotizm, torpil, adam kayırmacılık gelir. Liyakatsizliğin nedenlerinden olan bu uygulamaların yanında bazı durumlarda koşullardan, hatalı değerlendirmelerden yahut pozisyona uygun yeterince aday olmayışından ama pozisyonun doldurulması gerekliliğinden kaynaklanan (kaht-ı rical) liyakatsizlikler de yaşanabilir.

Bir kişinin bir göreve liyakatsizliği birkaç açıdan incelenebilir. Bunlar

  • 1- Bilgi ve becerinin yeterli olmaması
  • 2-Kişilik özelliklerinin göreve uygun olmaması
  • 3-Ahlaki açıdan uygunsuzluk olarak sıralanabilir.

Ahlaki uygunsuzluğun da iki boyutu vardır. Bunlardan ilki kişinin mevcut yaşantısının ve geçmişinin yapacağı görevin gerektirdiği ahlaki yüksekliğe uymayan bir vaziyette olmasıdır. İkincisi ise kişinin eskilerin deyişiyle asılca, mayaca, cevherce bozuk olmasıdır.  Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin mesnevisinde liyakat hususu kişinin cevheri açısından ele alınır. Eserin bütünlüğü açısında bakıldığında cevher kişide baskın olan eğilimdir. İnsan ruhani ve nefsani özelliklerden mündemiç  bir varlıktır. Akıl ve ruh insanın ruhani özellikleri iken ve onu iyi, güzel ve ali işler yapmaya sevk ederken, nefis ve beden insanı bencilliğe, haksızlığa, adaletsizliğe ve her türden aşırılıklara iter. İşte kişi de ruhani ya da nefsani özelliklerin ağırlığı onun cevherini yani tabiatını oluşturur.  Nefsani özellikleri ağır basan kişinin cevheri kötüdür. Böyle bir kişiye makam ve rütbe tevdi etmek onun sorumluluğu altındaki herkesi ve her şeyi etkileyecek, yerinde bir tabirle kimyalarını bozacaktır. İslam geleneğinde, eserin bütünlüğü içinde de sıklıkla vurgulandığı üzere, can ve beden emanettir. Kişi nefsine ve şeytana uyarak bu emanete hıyanet eder ve böylece kendine zulmetmiş olur. Aynı şekilde kişiye verilecek makam ve rütbe de bir emanet olarak görülür. Emanettir çünkü kişinin özüne ait değildir, bir unvandır ve makamdır. Emanettir çünkü geçici bir süre onda kalacaktır. Böyle bir emaneti kendine zulmeden yani kendi emanetine sahip çıkamayan birine vermek demek o emanete de zulmedilmesini yani o emanetin akıl ve ruhla değil nefsaniyet ve keyfiyetle tasarruf edileceğini garanti eder. Mesnevi’nin ifadesiyle :

İlim, mal, mevki, buyruk

Mayası bozuğun elinde fitne olur.

(İlm u mal u mansab u cah u kıran

Fitne amed der kef-i bedgevheran)

علم و مال و منصب و جاه و قران

فتنه آمد در كف بد گوهران

Varlık hiyerarşisine göre insanda akıl ve ruh beden ve nefsin üzerinde bulunmalı beden ve nefs akıl ve ruhla idare edilmelidir. Eğer nefs akıl, ruh ve beden üzerinde egemen olursa bu ilk olarak ilahi düzene aykırılık olup bir adaletsizlik ve zulm olarak görülür. Bu yüzden İbn Miskeveyh’  “insan önce kendine karşı adil olmalıdır.” der. Adaletsizliği  bütün hastalıkların, fenalıkların ve kötülüklerin hülasa fitnelerin kaynağı görmek gerekir. Kişinin kendine adaletsizliği yani akla ve ruha hakettiği değeri vermeyerek kendi kimyasını altüst etmesi onun hayatında  bedeni, psikolojik arazlar ve çevresiyle ilişkilerinde problemler olarak kendini gösterir. Keza kötü cevherli kişinin bir makamı ele geçirmesiyle onun içindeki adaletsizlik sorumluluğu altındaki kişilere ve nesnelere sirayet ederek onların kimyasını bozar ve Mesnevi’nin fitne olarak isimlendirdiği bir takım problemlere sebep olur.

Kişinin hak etmediği bir makamı ele geçirmesi sadece sorumluluğundakiler için değil kendisi için de bir felakettir. Haddizatında kişinin hak etmediği yerde olması bir adaletsizlik ve zulüm olduğundan bunun kişi için sonuçları olur. Liyakatsiz kişi kendisine tevdi edilen işleri yapamayarak azledilecek bir süre sonra yüzüne gözüne bulaştırarak hem kendisi hem de yakınları için bir utanç sebebi haline gelecektir. Mesnevi bu tespiti

Hayırsız biri malı makamı ele geçirince

Davet etmiş demektir kendi rezilliğini de

(Mal-ı mansab nakesi k’ared be dest

Talib-i rusvayi-i hiş u şodest)

مال و منصب ناكسى كارد به دست

طالب رسوايى خويش او شدهست

Diyerek yapar.

Eserin bütünlüğü açısından insan doğası statik bir yapı arzetmez. Yani insanın cevheri tamamen iyi ya da kötü değildir. Bilakis insan kendisinde rahmani ve nefsani vasıfların savaştığı bir dinamizdir. Ona düşen bu mücadelede dirayetli şekilde ilahi adalete ve nizama uygun şekilde yaratılışına münasip olan bir tarzda akıl ve ruhunu üstün tutmaktır. Kişi bunu sonradan kaybederse de yoldan çıkmış, yahut zulmedenlerden olmuş olur. Böyle bir kişinin makam ve rütbe sahibi olması kendi içinde yolunu kaybetmiş  ve yol bilmeyen biri olarak etrafındaki herşeye dengesizlik, düzensizlik ve adaletsizlik olarak sirayet eder. Mesnevi’nin deyişiyle “çirkin canı dünyayı yakar”

Yoldan çıkmışın eline hüküm gücü geçerse

Mevki sanır onu düşer kuyuya

Yol bilmez, yine de kılavuzluk eder

Böylece çirkin canı dünyayı yakar.

(Hukm çun der dest-i gomrahi futad

Cah pindarid,der çahi futad

Reh nemidanend,kilavuzi koned

Can-i zişt-i u cihansuzi koned)

حكم چون در دست گم راهى فتاد

جاه پنداريد در چاهى فتاد

ره نمىداند قالووزى كند

جان زشت او جهان سوزى كند

Sonuç olarak liyakatsizlik yaparak sadece o makamı hakkedenlerin hakkı yenmez. Ayrıca o makamın etkilediği herkese de haksızlık yaparız. Aslında liyakatsizlikle ilk olarak haksızlık yaptığımız hak etmediği makama getirilen kişidir. Elbette liyataksiz birini bir makama getirerek verdiğimiz kararla o kararı vermemize imkan tanıyan makam ve yetki emanetinin bize veriliş gayesi ile çelişerek adaletsizliği kendimizle başlatmış oluruz.

Kaynakça

Mesnevi-i Manevi, Celaddin,Rumi, Mevlana, Çev., Kanar, Mehmet, 2013,Ayrıntı Yayınları